12 Temmuz 2012 Perşembe

" Sana Gitme........"



Söylemek, anlatmak gerekmedi işte sana. Öyle en kendi halimdeyken bir bakış buldum gözlerimde ve hepsi bu. Sonra biraz su vermeyi istedim sana ; sadece "ben" olmamak için. Ve sen, sadece "sen" ol istedim kaç gündür.
Eninde sonunda yenildiğim o....
-kalsana-

16 Haziran 2012 Cumartesi

geceye not



"I'm just a singer, you're the world
All I can bring ya
Is the language of a lover"

31 Mayıs 2012 Perşembe

Geç Sevmek Mayısı

Güzel aydır düşününce Mayıs. İhmal edilmiş veya yadsınmış olmaktan sessiz, tam olmamış oluşuna rağmen yine de hatırda yer edecek günler kadar bahsetmeye değer en azından. Yaralar bazen geç ve çoğunlukla "yanlış" iyileşiyor. Geçip giden zamandan gecemize kalan kaygıları da ekleyince buna, öyle bir dönem oluyor ki; mevsimi, yağmuru, filmleri, kitapları,müzikleri ve en fenası aşkı -aşık olabilme yetisini- unutmuş oluyor insan. Yine de insan değil miyiz, unuttuğumuz kadar hatırlamakla da biliniriz kendimizce. Ayın ve kimi takvime göre ilkbaharın dahi sonuna denk gelse de bu farkediş hali, engel olmaz duyulan memnuniyete..Ama heyecandan bahsetmek için erken mi şimdi, yazının burasında veya ömrün ?

     Diyelim, kahve içmeyi seviyoruz ve bir süredir bozuk kahve makinası. Böyle bir "farksız" günde şahane bir hediye alır insan kendine. Öğleden sonrayı akşama bağlayan saatlerde yeniden lezzetli kahveyi yudumluyorken, hiç yoktan bir Dinah Washington duyulur ; "Did you see that I've got a lot to learn? Well don't think I'm trying not to learn " Sesin geldiği yöne gitmek isteği, zorunluluktan veya yalnızlıktan değil ama en az yeni bir kahve makinası alma isteğine benzer kaçınılmazlıkta ve yakınlığındadır artık.

    Sahne değişir, ışık değişir; pastel tonlu ve benimkine kıyasla biraz daha aydınlık bir odanın penceresinden şehre bakmaktadır iki kişi. Ve genelde masalsı olanın ya da bu tür yazılarda beklenenin aksine, susmazlar. Hatta anlık sessizlik anları dahi yoktur. Öyle gelir ki; hatırlanmayacak kadar uzun bir süreden beri, konuşmak hiç bu denli hafifletmemiş ve gülümsetmemiştir. İçilen şarap, Vivaldi, Birsen Tezer'in enfes sesi değildir bunun nedeni sadece. Hani, "müzik olmasa da yine de çok güzel olurmuş" dediğimiz film sahnelerine benzer. Yine de müzik vardır ve iyi ki konuşur - konuştu- bizimle. Ve iyi ki konuştuk o kadar çok. Bir yarılma oldu fikrimde, bir değişme..En iyi ve "derin" olanın sessizlik olduğuna dair düşünce, hiç değilse bir akşamlık ayrıldı beynimden.

    Elbette her çıkılan yakın veya uzak yolun, bir eve dönüşü var. Öyle uçmak, zıplamak olmasa da, evin bir süre o kadar da sessiz olmayacağının bilgisi var geri dönüş yolunda. Ve kışkırtıcı bir müziğin arkadan takip ediyor olması isteği bir de. Umut etmeye, kötücül anlamlar yüklemediğini farketmesi insanın hala, mevsim biterken üstelik..sevinçli yapıyor. Mayıs ayını derin bir nefesle içine çekiyorsun son anda, bitmeden. Bitmeden...

19 Nisan 2012 Perşembe

Rüya

Yağmurlu bir akşam üstü;çocukluk zamanlarından belli belirsiz hatırlanan bir mahalle, İstanbul'da ilk oturuşta yaşanan sokağa karışıyor. Derdim sadece bir simit almak. Dükkanın birine giriyorum. Ne var ki simit diye satılan şey, şekilsiz, susamsız tatsız bir ekmeğimsi gıda. Yine de alıyorum, acıkmış olduğumdan. Ya da sadece adına simit dendiğinden, razı oluyorum. Sokakta bir parça koparıp ağzıma atıyorum, daha fazla yiyemeyeceğimi anladığım anda eski bir apartmanın kapısı açılıyor. Sevimsiz görünümlü bir adam,ve hayatta sevemediğim insanlardan biri. O da beni gördüğünden hoşnut değil ama yine de kapıyı açıp içeri davet ediyor bir baş hareketi ile. Yukarı doğru çıkıyorum merdivenlerden. Duvarlarının sıvası dökülmüş,merdivenleri dar eski bir bina. En üst kata ulaşmamla birlikte neşeli sesler duymaya başlıyorum yarı açık kapıdan. İçeri giriyorum ve büyük , sinema salonuna benzer bir yerde buluyorum kendimi. Sıra sıra yataklar var, hepsi beyaz örtülü, üzerlerinde ikili üçlü grup olarak insanlar oturuyorlar ve neşeli bir şekilde film seyrediyorlar. Ama film seyredecek bir perde göremiyorum, sadece hareketlerinden anlıyorum bunu.

Yataklardan birine oturmamla birlikte oynayan filmi de görmeye başlıyorum. Kimseyi tanımıyorum ama buna rağmen çok gülüyoruz. Aralarından bir tanesi oyuncunun taklidini yapıyor, diğer biri üzerinde. Uzun süredir hiç gülmediğim kadar gülüyorum sonra, tek duyulan kahkahalar oluyor ve yağmur sesi ile uyanıyorum akşama.

Yazdım, çünkü unuturdum başka bir uyku ile bana söylediklerini. Çıkardığım anlam ise gitmek gerekliliğiydi. Öyle kısa kaçmak değil, temelli gitmek. Ya da basitçe,adı simit olsa da tadı simite benzemeyen bir yiyecekle doyulmayacağı...İki çıkarım arasında bir fark yok çok da. Uzun süre kalınan her yer köhne bir sokağa benzemeye başlıyor, orada bir zamanlar çok sevdiğiniz insanlar olsa da, zamanla aynı ışıksızlık onları da kaplıyor. Hepsi birden birbirinin aynı gölgelere dönüşüyor. Sessizlik sonra.

Yaklaşık iki yıldır hatırlayabildiğim bir rüyam olmamıştı ve uykunun böylesini özlemiştim. İyi uykular herkese.

Pinky's Dream/David Lynch

9 Nisan 2012 Pazartesi

geceye not " i miss my beautiful friend "

Tüm hayat; geceler, düşler, yollar, tatiller, sohbetler, sevişler hızla geçmişe karışırken, bir özlem var sadece bizden gitmeyen. Ve tüm geri dönüşleri anlatmak için sadece özlemek yetmeli, diğer binlerce kelimeye karşılık. Ben sesini duydum da, konuşamadım bir zamandır. Yoldaşlığına minnetimi anlatamadım. Cebimde deniz kabukları var sandım bir an... O an da diğerleri gibi geldi geçti.
Nasılsın sahi ?