*Otur masaya ve yazmaya başla.
Bu yazı ile değişmeyecek yaşamın. Bu sözcükler, yetmeyecek ne kendinde, ne bir başkasında olup biteni duyurmaya. Daha güçlü hissetmeyeceksin, hatta azalacak belki takatin. Ne bir devrime yol açacak, ne bir şemsiye gibi koruyacak yağmurdan, ne de bir şişe şarap olup, bedenini ısıtacak senin ve hiç kimsenin. Dün yaşananları affetmeni sağlamayacak ve aynı zamanda, düne dair başıboş, savruk ve uçsuz sevgiden, bir parça olsun eksiltmeyecek. Ne sabah telaşlarını bitirecek, ne o yaşamdaki şekilsiz parçalardan bir “bütün” oluşturacak. Yarın, daha az ya da daha farklı sevmeyeceksin, bir geceye saklı yeşil dalı fark ettiğin anda. Ve aklına düştüğünde o uzak yerdeki uzak acılar, ilk saplanışlarındaki kadar acıtacak kalbini. Yaslar da aynı kalacak, bir ömür bitmeyecek sebepsiz sevinçler de. **
Bir zaman, benim de kısa süreliğine bir rehberim vardı, cehennemden geçmekte olduğum zamanlarda. En çok iki öğüdü hatırımdadır. İlki, yazmak gerektiği idi. Yazdıklarının bir yere varıp varmayacağını bilmeden, bilmeyi istemeden, sadece yazmak için ve arada sırada, sessizliği bozma cesaretini edinmek için. Hep bir sözümüz olsun istiyoruz değil mi ? Tüm istediğimizi anlatan bir söz belki. Birisi, birileri için “olmak” istiyoruz. Kendimize ne kadar varsak… Aynadaki görüntüden ne farkın olduğunu bilmek isteği mi,yazılarda kendini görme çabası? Yoksa kuralları biz henüz yokken ve isteyip istemeyeceğimiz hesap edilmeden konmuş bir yüzeysel dünyada, kaç kapalı kalbe ulaşır ki sözler? Sessiz kalmak faydasız yine de. En az bir gece vakti sabaha kadar, duyulan sevgiyi , duymayan birine anlatmak kadar faydasız. Çoğu insan gözleri, o soğuk aynalardan farksız çünkü. O öğretilen yanlışlar sonucu gözlerin sadece görmeye yaradığına inanmışlara; “Hayır, gözler aslında duymak içindir, biz bazı insanlar, çığlıklarını sese dönüştürmeyi bilmeyenleriz” demek, faydasız…
Yani; “Bunları yazmak ne yaşamı değiştirecek, ne de güçlü yapacak seni” diyor ses. Yine de dünyanın dışında kalmana izin vermeyeceğim, bunu istemiyorum.
Otur o halde masaya ve yazmaya başla.
** Gotan Project' in Confianzas şarkısını dinlerken akla gelenlerdir, şarkı sözünün tercümesi değil yoksa.
7 yorum:
önce
tane tane,
he ce le ye rek..
sonra
avazı çıktığı kadarrrrrrrrr
baktı kadın..
boşuna!
sağırdı adamın gözleri..
tam kalkıp gidecekken vazgeçti,
dönüp ,
tuttu adamın ellerini..
dokundu parmak uçlarına..
"oku" dedi..
adamın parmakları,
gezindi kadının parmak ucunda..
aralanmadı dudakları..
"ben de" demedi..
"ben de seviyorum seni.."
yazılmıştı bir vakit, gözleri duymayanlara..
Yazmak, dediğin gibi, kimsenin hayatını değiştirmeyebilir.. Bir kitap okudum ve hayatım değişti diyenlere inanmam ben..
Ama yazmak , hiç aklına gelmeyen mucizeler yaratabiliyor insanın hayatında..
hem de hiç aklına gelmeyen mucizeler..
demedi...
Farklı ama benzer taşlardan döşeli yollardan gelip de anlamak, anlaşmak ne güzel. Bu öykü ve iz için ne de mutlandım. Mucizeler, her zaman görünmeseler de yaşamın içinde varlar ve sadece farkedilmeyi bekliyor olabilirler.
Sağlıkla.
ne güzel sölemişsin yine. rehberin iyiymiş. yazmakla da bi parça anlaşılabiliyor insan ve ulaşabiliyor. çok kendine özgü ve hüzünlü bir dilin var.
bu yazıyla değişmeyecek yaşamın ama bu yazıyla yaşamın bir yerinde artık ne olduğunu öğrenmiş, boşluğunu bilmiş, ve aynalarda yüzünün karşılığını bulamamaktan yorulmuş yine de umudunu kaybetmeden, eldivenin içinde burnun üşüyerek yürüyeceksin.
öte yandan tanımlamasını ama ne duvarcının gürültüsü, ne başka ses. sezdirmeden, beni dünyanın dışında bıraktılar." diyen ben çok da biliyor olamam, yine de umud edebilirim. en güzel yanı tutmak çiçeklenmiş ağacın dalını, ömrümzün.
kıymetle.
deep,
Sadeliği derinliğinden gelen arkadaşım, hüzün yaşamımda bir tercih olmasa da, yazmaya başlayınca dökülenler bunlar oluyor, bazen ben de kendime buradan bakınca, garip hissedebiliyorum.
Var ol, sağlıkla.
biliyom biliyom yazarken hüzün basıyo yazıp kurtuluyon işte sonra yine kıkırdıyon hayatta :)
y.,
O zamanların birinde,kurşun kalem ve sıcak çay kokusunda bir mektup yazmışlığım var. Ve aldığım, çok kısa bir yanıttı." Sözlerin, yeryüzüne ait değil sanki " diyordu. Hani yaşadığım ve var olduğumu sandığım yer hakkında böylesine kesin bir tanımı ilk kez duyan ben, üzülmekten çok şaşırmış ve yanıtsız kalmıştım kendime. Yanıt, yavaşça yaşamamaya devam ederken kendiliğinden düştü beynime sonra sonra; Ya yeryüzü, hani o çoğunun yaşadığı(!) yanlış bir yerde duruyorsa...Oraya denk düşmezdi elbette kurşun kalemle ve bir mutfak masasında yazılmış olanlar. Bu ve benzeri tekrarlar, en azından olduğum -olduğumuz-yeryüzünü bilmeme ve seçmeme yardım etti.
Biliyorsun değil mi, öyle uzak bir yer de değil burası, hatta herkese, bilmek ve duymak isteyen tümüne öyle yakın ki, bir kol mesafesinde sadece.
Hal böyle olunca, o kadar zor görünmüyor çiçek açan bir şeftali ağacı dalına dokunmak, hiç zor olmadı.
Yaşamla, kıymetle...
Yorum Gönder